GÜNDÜZÜNÜ KAYBEDEN KUŞ Hacı Süleyman yürüye yürüye dik bir
kayalığın dibine vardı. Her yan keklik ötüşü
kesilmişti. Gelgelelim binlerce kekliğin bir taneciği bile meydanda yoktu. Hacı Süleyman
köpeğine kızdı, “Senin burnun mu yok ne?”
Köpek kuyruğunu ardına kıstı ve beş on adım
öteye kaçtı. Hacı Süleyman’ın gözlerini kan
bürümüştü. Bu keklik bolluğundan üç dört çift
olsun vuramasın ha? Tam o sırada önünde
yürüyen köpek yarı havlayış yarı uluyuştan
ibaret bir ses çıkardı. Aynı zamanda da Hacı
Süleyman, başının üzerinde, yükseklerde bir
kanat hışırtısı duydu. Yüksek bir kayanın tepesinde yumurtlayan bir miho kanada kalkmıştı. Hacı Süleyman
birdenbire çiftesini havaya dikti ve çiftenin iki
gözünü birden ateşledi. Miho kanatlarını topladı, avına saldıran bir şahin gibi aşağıya doğru düştü. Havaya, yolunan bir sürü tüy uçtu.
Kuş sendeledi, denklemini buldu. Ve bir fişek
gibi dosdoğru yükseklere fırladı. Ardı sıra bıraktığı tüyler döne döne yere indi. Yandan gelen saçmaların biri, kuşun bir gözünden öteki
gözüne geçerek ikisini birden kör etmişti. Kuş
artık korkunç ve garip bir karanlıkta uçuyordu. Halikarnas BALIKÇISI | SON KUŞLAR Havada ve denizdeki tirşe maviliğin üstünde birtakım esmer damlacıklar görünürdü. Sağa sola oynarlar, sonra bir istikamet
tutturur, bu esmer lekecikler geçip giderlerdi.
Konstantin Efendi onların çok uzaktan geçtiklerini görebilirdi. Gözlerini kısardı. Esmer lekelerin Adalar istikametinde gittiklerini görür,
etrafına bakar, bir tanıdık görecek olursa gözünü kırpar, gökyüzüne bir işaret çakar: — Bizim pilavlıklar geldi, derdi. Kuşlar pek yakından geçmişse seslerini
taklit ederek kalın dudaklarıyla dişlerinin arasından onlara seslenirdi. Kuşların çoğunca aldandıklarına, bu sesi duyarak dost sesi sanıp
vapur etrafında bir dönüp uzaklaştıklarına şahit olmuşumdur. Havalar sertleşir, poyrazlar,
lodoslar birbirini kovalar, günün birinde teşrinlerin sonlarına doğru, ılık, hiç rüzgârsız parça
parça oynamayan bulutlu, tatlı, sümbülî günlerde, o, en çığırtkan kafes kuşunu nereden
bulursa bulur, mahalle çocuklarını çağırtır; bin
tanesi iki yüz elli gram et vermeyen sakaları,
isketeleri, floryaları, aralarına karışmış serçeleri gökyüzünden birer birer toplardı. Sait Faik ABASIYANIK |
Yorum Yap